
Uzun zamandır Amerika ve İsrail’in girişimcilik konusunda neden Türkiye’den daha ileride olduklarını düşünüyorum. Aklıma gelen sebepler olarak, Amerika’nın 1950’lerden gelen bir silikon vadisi, güçlü bir ekonomisi, 325 milyon nüfuslu büyük bir pazarı var. Peki ya İsrail? İsrail için nedenler bulmakta zorlanıyorum. Baktığımızda 8 milyon nüfuslu bir ülke, etrafı ateş çemberi, yüzölçümü Konya ilimizden küçük olan bir yerde yaklaşık 5000 startup bulunuyor. Silikon Vadisi ve İsrail izlenimlerim doğrultusunda iki ülke ile girişimcilik anlamında aramızdaki en uçurumsal farkın kültür olduğunu düşünüyorum.
Gözlemlerimin doğrultusunda çoğu insan Türkiye’de belirli sektörler üzerinden para kazanma derdinde, mesela bildiğiniz gibi inşaat ve gayrimenkul. Yani şöyle bir algı var, inşaat yapalım- satalım, arsa ya da ev alıp-satalım. Kısacası, kısayoldan köşeyi dönmek istiyoruz, az çalışalım, gani gani paramız olsun, çok zengin olalım. En basitinden 8 yaşındaki kardeşime ileride ne olmak istiyorsun diye sorduğumda hiç düşünmeden cevabı müteahhit olacağım diyor. Neden diye sorduğumda cevap: çünkü onlar çok para kazanıyor. Toplumumuzun her kesiminin adeta içine işlemiş “çok para kazanmak.” Her geçen gün çok para kazanmak uğruna şehirlerimizi beton bloklarla dolduruyoruz. Peki daha nereye kadar devam edecek bu inşaat aşkı? Sanırım kalan son yeşil alana kadar. Sonlu kaynakları bu şekilde tüketmeye devam ederek sürdürülebilir bir büyüme ve yaşam yerine daha da bu toprakları kuraklaştırma yolunda ilerliyoruz.
Bu ülkede sürdürülebilir bir büyümeyi ve yaşamı sağlayacak en önemli aktörlerden birinin start-uplar olduğunu düşünüyorum. Startupların yaratacağı yenilikçi çözümler ve yeni istihdamlar bu ülkeyi yeşerteceği fikrindeyim. İhtiyaç duyduğumuz en büyük şey ise geniş bir girişimcilik ekosistemi. Bu ekosistemi besleyecek olan ise arkasındaki zengin bir girişimcilik kültürü. Bu kültürün başlangıç noktası aile. Ağaç yaş iken eğilir, küçük yaşlardan itibaren hayaller kurarız. Yaratıcılığımızın en doruk noktalarını genç yaşlarımızda ulaşıyoruz. En yaratıcı olduğumuz zamanlarımız bir sınav peşinde koşarak ya da üniversiteyi bitirip diplomayı alıp iş peşinde koşmakla geçiyor. Her zaman hayallerimizi gerçekleştirmeyi göz ardı edip öteliyoruz. Çoğunlukla ailemiz ve yakın çevremiz hayallerimizi gerçekleştirme yolunda en büyük destekçilerimiz olmaları gerekirken aksine en büyük engel koyanlar oluyorlar. Yoğun aile ve toplum baskısı yaşayan bireyler ister istemez kendilerini “comfort zone” da buluyorlar. Bu bireyler yaşamlarının büyük bir kısmını garanticilik üzerine kurguluyorlar. Bu durum gayet normal çünkü onların ailelerinden öğrendikleri ” aman oğlum/kızım kurumsal şirkette çalış.”, “sabit maaşın,sabit çalışma saatlerin,sabit izin günlerin olsun.”, “risk alma,kendi işini yapmaya değmez. Terfi al, yüksel.” gibi kalıplaşmış garanticilik cümleleri birçok gencin kendi hayallerini bir kenara bırakıp yerine başkalarının hayalleri peşinde koşmalarına neden oluyor. Peki bu ülkede sen, ben ya da başkası kendi hayalleri peşinde koşmazsa veya yeni fikirler üretip onları uygulayamazsa (deneyemezse) bu ülkeyi nasıl geliştirebiliriz?
Daha gelişmiş bir ülke olmak için önce ailelerimizi bilinçlendirmemiz, girişimciliği onlara daha çok anlatmamız, girişimciliğinde bir kariyer seçeneği olabileceğini onlara öğretmemiz gerekiyor. Daha bilinçli ailelerle ve daha önü açık gençlerle bu kurak toprakları yeşertebileceğimize inanıyorum. Yazımı 500 Startups kurucularından Dave Mcclure’ın çok sevdiğim bir sözüyle tamamlamak istiyorum.”Silicon Valley is not a place, but a state of mind.”
Bir yanıt bırakın