1932 yılında Dale Carnegie Dostları Nasıl Kazanmalı ve İnsanları Nasıl Etkilemeli (How to Win Friends and Influence People) isimli kitabını yayımladı.
Bugün, bu kitap 13 milyondan fazla sattı. Çoğu insan bunu okuyup şöyle düşündü: “ Bu çok ilginç”, sonra da kitabı kapatıp her şeyi unuttu. Fakat ben, dünyanın en başarılı yatırımcılarından biri olan Warren Buffet ile ilgili bir hikâye duydum. Görünen o ki, o, bu kitaptan etkilenmiş. Öyle ki, o, Dale Carnegie`nin kurallarına uysa ne olacağını ve uymasa olacakları saptamak için istatistikî analiz yapmaya karar verdi.
O, bazı insanlara önem verirken, diğerlerine hiç ilgi göstermedi. Bazen, sırf ne olacağını gözlemlemek için kasti olarak huysuzluk etti. Onun ortaya çıkardığı rakamlar Carnegie`nin kuramını kanıtladı – kitaptaki kurallar gerçekten de etkiliydi!
Ben bu hikâyeyi çok seviyorum. Çünkü yönetici olarak, er ya da geç, senin, başarılı olman için ihtiyacın olan insanların, gerçekte sana doğru-düzgün rapor etmediğini anlıyorsun. Bu durumda da liderlikte ikna ve söz geçirmenin ne kadar önemli olduğun anlıyorsun.
İnsanları – sadece kendi takımındakileri değil, aynı zamanda daha geniş ağlardaki insanları da – nasıl etkileyeceğini bilmek seni gerçek lider yapacak özelliktir.
Burada takımını başarıya ulaştırmak için gerekli olan özellikleri ortaya çıkaran dört hikâyeyi anlatacağım.
1. Önderler direksiyonu kendi ellerinde tutarlar
Bir gün, bir grup asker Alp dağlarında kaybolur. Aç ve perişandırlar. Hangi yöne gitmeli oldukları konusunda tartıştılar, ama solgun ışıkta her yükseklik aynı gözüküyordu. Askerlerin geceyi burada geçirmesi durumunda, dondurucu soğuk yüzünden sağ kalma şansları hiç yoktu.
Aniden bir mucize yaşandı.
Onlardan biri çantasının ara bölmelerinden birinde bir harita buldu. Hemen kendilerine güzergâh çizdi ve askerleri sağ-salim üslerine geri getirdi. Daha sonra, hepsi iyice yemek yedikten ve ısındıktan sonra o askerin haritasına dikkatlice baktılar. Bu, aslında yüzlerce mil uzaktaki Prineler`in haritasıydı.
Eski bir deyimdeki gibi – kaybolduğun zaman tüm eski haritalar seni kurtarır.
Çıkarılacak ders: Önderlik için vizyon gereklidir. Aksi durumda insanları nereye götüreceksin? Nereye gitmek istediğini bilmiyorsan – ve gitmen gereken istikameti netleştiremiyorsan – senin insanlardan seni takip etmesini isteme hakkın yoktur.
2. Büyük önderler insanlara doğru bildiklerini yapma şansı verir
Kötü liderler ise her şeye müdahale etmeye takıntılıdırlar.
Bunu en çok televizyondaki yemek programlarında görebilirsiniz. Yapımcı şefe tavadaki yemeği sürekli karıştırmasını söyler. Bunun izlemesi daha eğlencelidir, ama görünen o ki, bu hiç de en iyi yemek yapma yöntemi değildir.
İyi şef için yemeği ne zaman kendi başına bırakacağını– ne zaman eti çevirme dürtüsünü yeneceğini – öğrenmek, ona müdahale etmeyi öğrenmek kadar önemlidir. Bu liderler için de geçerlidir. Büyük önderler işlere ne zaman müdahale etmeleri gerektiğini, ne zaman ise akışa bırakmaları gerektiğini çok iyi bilirler.
3. Önderler doğru insanları işe alır
Çok insanın kaçırdığı bir nokta: Büyük önderlik daha takımın çalışmaya başlamadan başlar.
Büyük yayıncılardan Felix Dennis şöyle söylerdi: hiçbir zaman birini işe alırken veya pozisyonunu yükseltirken sana benzeme özelliği arama.
Görünen o ki, bu liderlerdeki ortak hatadır. Senin karakterinde güçlü ve zayıf bazı özellikler var – bu yüzden de aynı alanda güçlü insanları bir araya getirip, zayıf olduğun noktanı tamamen yok saymak anlamsızdır.
Büyük reklamcı David Ogilvy sadece kendinden daha zeki olan insanları işe almaktan yana olan bir insandı.
O, her zaman ofisinde Rus matruşka bebeği oyuncağı bulundururdu ve gerekli olduğunda böyle bir şey gösterirdi: “Eğer biz, kendimizden daha küçük insanları işe alırsak cüceler şirketinden başka bir şey olamayız. Ama, eğer her birimiz, kendimizden daha büyüklerini işe alırsak, bir devler şirketine dönüşürüz.”
Bu sözlerin hala Oglivy`nin ofisi civarında seslendiğini duyuyorum.
Çıkarılacak ders: Bırakabileceğin en büyük miras, her zaman daha zeki insanları işe alman olabilir.
4. Önderler neyin takımını gerçekten de motive ettiğini iyi bilirler.
Lokantacı Danny Meyer diyor ki, o, işçileri organize etmeyi 1980 yılında John Anderson`un seçim kampanyasına katılarak öğrenmiş.
Setting the Table kitabında “Gönüllüleri – kimler ki, sadece olarak düşünce ve tutkuları ile yaşar, kazançları da budur – organize etmek bana tüm çalışanları gönüllülermiş gibi görmeme sebep oldu” diye yazıyor.
“Bugün, ben, tazminatı teşvik aracı olarak kullansam bile, şirketimde çalışan herkesin bunu misyonumuzdan dolayı seçtiğini biliyorum.”
Çıkarılacak ders: Önder olarak, çalışanlarının daha iyi çalışmaları için sebebin maaş çeki olmasından daha çok senin belirlediğin ortak amaç ve istek olması senin sorumluluğundur.
Bu makale Lee Smith’in Ocak 2015 tarihinde internal-communication.com’da yayınlanan yazısından çevrilmiştir.