“Yaz oğlum; Hayat Üniversitesinden mezun, yüksek lisansını Kapalı Çarşı’da yapmış” diye kulaklarımda yankılanıyor, büyükbabamın Facebook profilini bana yazdırdığı günleri hatırlıyorum. O zamanlar kahkahalarla gülüyorum tabii, şimdi mi? Simdi durumlar biraz daha farklı.
Yaklaşık üç hafta önce üniversite değişim programları kapsamında Amerika’ya geldim. Gelmeden de kafamda bir sürü hedef, hayal, soru; fakat hayal ile gerçek bilindiği üzere, buna rağmen nedense beklenmediği üzere farklı oluyor. Buraya geldiğimden beri birçok konuda farklı düşünmeye, normalleşen davranışlarımı değiştirmeye başladım, daha doğrusu buna zorlandım. Yaptıklarımı düşünürken de bunların girişimciliğe, belki de büyükbabamın mezun olduğu Hayat Üniversitesine ne kadar yakın olduğunu idrak ettim. Bunun sonucunda ana hedeflerimden olan “sosyal çevre oluşturmak” konusunda yaptığım davranışları girişimcilik bakış açısıyla ele almak istedim:
Yeni hayatımı girişimciliğe benzetmem buradaki zamanımın aylarla sınırlı, kısıtlı bir zamanım olduğunu fark etmekle başladı. O yüzden bir seçimle yüzleştiğimde her zaman hızlı olmalı, en iyi seçimi bulup uygulamalıydım, olabildiğince çok arkadaşı olabildiğince kısa sürede kazanmalıydım. Yaptığım seçimin birkaç gün sonra yanlış olduğunu görürsem de hemen değişiklik yapmalıydım. Örneğin bir kulübe katılacağım, diğer kulüplerin toplantılarına değil de speech kulübünün ilk toplantısına gittim. İkinci toplantıdan sonra bana göre olmadığını fark ettim, ama kulüpler de üye alım süreçlerini tamamlayıp ilerliyordu. Hızlıca diğer seçeneklerime mail attım, cevap alamayınca yönetimi bulup yüz yüze konuştum, üye alım süreçleri tamamlanmadan kendime yeni bir yer buldum. Yaptıklarımın üzerine düşünürken de bu davranışımın Facebook’un eski “move fast, break things” mottosuna ne kadar benzer olduğunu fark ettim. Facebook ilk yıllardaki inovatifliğini bu yaklaşıma borçluydu, fakat kullanıcı sayıları arttıkça ve büyüdükçe bu yaklaşımın onlara maliyeti de artmıştı, dolayısıyla onlar da yaklaşımlarını değiştirmek zorunda kalmıştı. Türkiye’de hiçbir zaman buradaki kadar hızlı hareket etmiyorum ya da girdiğim her yerden bu kadar rahat ayrılamıyorum. Bunun en büyük nedeni ise davranışlarımın her hareketimde bana getireceği değişimleri düşünmem, bir nevi benim de hayatta kullanıcı sayım fazla. Bu da gösteriyor ki Türkiye’de, yani normal hayatımızda, bize bu tür ani hareketlerin, çevre değişimlerinin maliyeti büyük oluyor ki genellikle bu davranıştan kaçınmaya çalışıyoruz.
Sosyal çevremi oluştururken insanlarla tanışılacak yegane yerlerin dersler, kulüpler olmadığını; her gün asansörde karşılaştığım insanların potansiyelinin büyüklüğünü fark ettim. Her gün yaklaşık 10 kere asansörde benimle aynı binada yaşayan birileriyle yolculuk yapıyordum, fakat yolculuk sessizce geçiyordu. Bu yolculukları avantaja çevireyim dedim ve kendime 35 saniyelik (çünkü ortalama yolculuk sürem bu çıktı) taslak bir konuşma hazırladım, artık asansöre biner binmez günaydın diye başlayıp kendimi tanıtıyor, kendim hakkımda ilginç olan şeyleri en kısa sürede aktarmaya çalışıyorum. Sonuç mu? Asansör çıkışı 10 dakika sohbet, telefon numaralarının değişimi ve yeni bir arkadaşın kazanılması. Düşündüğümde bu davranışın da girişimcilik dünyasında “networking” ve “elevator pitch” diye tabir edilen kavramların aynısı olduğunu fark ettim. Sosyal çevreyi benim yeni girişimim, kendi hayatım olarak ele alırsak asansördeki konuşmamla işimi, yani kendimi karşımdakine Kabul ettirmeye çalışıyorum bir nevi.
Yukarıda yazdığım benzerlikler listesi örneklerle çoğaltılabilir, sonsuza kadar uzatılabilir ama asıl vurgulamak istediğim nokta hayatımızın kurumsal bir yaşama ne kadar da benzediği. Öyle ki kendimize bir komfor alanı yaratmışız, hızlı değişimlerden çekiniyoruz ve olabildiğince az risk alarak hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Böyle bir hayatta da değişim ve inovasyon çok zor oluyor. Burada ise hayatım adeta bir start-upa dönmüş, ne zaman neyin olacağı belli değil, bolca risk alıyorum, networking yapıyorum. Deniyorum, yanılıyorum, öğreniyorum. Start-up hayatı daha challenging, daha riskli, daha çok sabır gerektiriyor; ama kazancı, getirdiği deneyimi çok daha büyük, her şeyden öte heyecanı kat kat daha fazla.
Sözün özü girişimcilik sadece işimiz değil, hayat kimliğimiz olmalı. Diyorum ya benim bu aylarım değişim mi, girişim mi belli değil ve kendime mırıldanıyorum: “Yaz oğlum; Hayat Üniversitesinden mezun, yüksek lisansını değişim programında yapmış.”