Covid-19 virüsünün bir anda tüm dünyada yayılması ile hepimiz evlere hapis olmuş durumdayız. Bu nedenle tüm işlerimizi sanal ortamda yapar hale geldik. Bu virüs bizi erkenden dijital bir dönemin içine itti. Girişimcilik Vakfı da bu karantina sürecinde bir girişim gibi hızlı kararlar alarak uyum sürecini başlattı. Fellowlar için online düzenlenen fellowuplar, kahve sohbetleri ve girişim vaka çalışmaları ile süreçte bizleri bir araya topladı. Bu konuda biz fellowlar olarak etkinliklerin iptal olması nedeniyle ne kadar şanssız hissetsek de Vakıf ekipçe bu süreci çok iyi değerlendirdi. Günden güne içeriklerini çeşitlendirerek biz fellowlarını motive ediyor. Aynı Vakıf gibi dijital döneminin ihtiyaçlarını erkenden fark eden şirketler de yaptıkları teknoloji dönüşümleri ile çok büyük uluslararası başarı elde ediyor. Bu başarılarının arkasında yatan en büyük etken pazara sundukları üründen çok yaptıkları dijitalleşme oldu. Bugün, bu yenilikçi yaklaşımı çalışanlarına benimsetmeye çalışan köklü firmalar, var oldukları pazarda kaybolmamak adına yenilikçi çözümlere ihtiyaç duyuyor. Peki, bu yenilikçi çözümler gerçekten de başarı getirir mi ve her sektörde uygulanabilir mi? Her işte olduğu gibi inovasyon yapmak için de işletmenizin birtakım gereksinimleri sağlaması gerekli. Bu gereksinimler inovasyonun olmazsa olmaz yapıtaşları olarak sayılabilir. Bu blog yazımda bu gibi gereksinimleri irdeleyip aslında Türkiye’deki şirketlerin dijitalleşme sürecinde nasıl yol izlemesi gerektiğinden bahsedeceğim.
İnovasyon arayışı aslında yeni yeni popüler olduğundan, bunu başarmanın kesin ve bilimsel bir yolu yok. Ancak başarılı olan şirketlerin iş modelleri kopyalanarak veya geliştirilerek bir plan oluşturulabilir. Bu yenilikçi akımın neden Türkiye’de etkili olmadığını anlatan Hakan Gürsu, yazdığı “ İnovasyon Neden Bize Bu Kadar Uzak” adlı kitapta Türkiye’nin yarışa hala girebileceğini iddia ediyor. Gürsu, inovasyon yapmak için bir yol haritası izlememiz gerektiğini belirtiyor. Bu haritanın başlangıç noktası ise bu işi en iyi yapan yerin tarihini ve kültürünü anlamaktan geçiyor. Bu bağlamda dünyadaki inovasyon yapan başarılı şirketleri araştırdığımızda bu şirketlerin birçoğu ABD’nin Silikon Vadisi adlı bölgesinden çıkıyor. Buradaki ortamın bu kadar yenilikçi olmasının başlıca sebebi ise şirketlerin çalışanlarına sağladığı kaliteli yaşam şartları olarak öne çıkıyor. Dünyanın dört bir yanından yetenekli insanları cezbeden imkânlar, onları vadiye bağlıyor. Bu çokuluslu yapılar da şirketlere yaratıcı bir ortamın oluşmasında öncülük ediyor. Bu kültürel farklılıklar bir probleme çözüm üretilirken herkesin kullanımına uygun şekilde çözüm veya hizmetin tasarlanmasını sağlıyor. Böylece üretilen her çözüm uluslararası alanda çok büyük başarı potansiyeline sahip oluyor. Bu potansiyelin işi başarmak için sadece bir adım olduğunu belirten Gürsu, bu girişimlerin başarılı olması için plana sadık kalmaları gerektiğinin altını çiziyor. Bugün baktığımızda milyarlarca hisse değerine sahip olan bu şirketlerin diğerlerinden pek bir farkı yok. Kullandıkları iş modeli olan “planla-yap-pazara sür” üçlüsü şirketlerin hızlı büyümesinde çok önemli bir yere sahip. Bu üretken şirketler ürünlerinin amacını yerine getirdiğini gördükleri anda pazara sürerek kalanını aslında müşterinin geliştirmesine bırakıyorlar. Bu iş modeli sayesinde arkada ürünlerinin gelişimine daha çok zaman harcayabiliyorlar. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’de yapılan hata firmaların bir pazar araştırmasından önce, ürünü ortaya çıkarıp önüne gelen herkese pazarlamaya çalışması. Bunun sonucunda istenen tepkiyi alamayınca da ürünleri ne kadar iyi bir çözüm sunarsa sunsun onun potansiyelini tam olarak yansıtamıyorlar. Burada planlamanın önemi ile odak grubunu iyi belirlemeyen şirketlerin ilk başarısızlığında yıkılması kaçınılmaz oluyor. Diğer yandan, Türkiye’nin geleneklerine bağlı bir kültürel yapıya sahip olduğundan ve bu tutucu tavrını sektörlere yansıtmasının inovasyonu negatif yönde etkilediğini görebiliyoruz. Bundan dolayı pazara yeni giren her yenilikçi ürün ön yargı ile karşılanıyor. Bu durum Türkiye’nin önündeki en büyük engellerden bir tanesi sayılabilir.
Bütün sektörlerde başarılı çözümler kadar arka planda birçok başarısız örnek de mevcut. İnovasyon yapan bütün şirketlerin genel beklentisi ürünlerine olan talebin artması yönünde ancak bazen müşteriler beklenen tepkiyi vermeyebiliyor. Bunun birincil nedeni ise firmaların var olan çözümlere karşı, müşterilere sunmak istediği yeteri kadar yenilikçi olmayan alternatif ürünler. Buna bir örnek olarak Microsoft’un hamlesini inceleyebiliriz. 2006 yılında Apple’ın iPod’ları piyasada patlama etkisi yaratmasını gören Microsoft pazara ortak olmak istedi. Bu nedenle geliştirilmiş özellikli Zune adlı mp3 çalarını büyük bütçeli bir pazarlama stratejisi ile piyasaya sürdü. Ancak müşterilerden beklediği ilgiyi göremedi. Bence buradaki en büyük sorun da aynı sektörde birbirinin başarılı ürünlerini kopyalayan büyük şirketlerin zamanla ürünlerinin birbirine benzemeye başlaması. Bu benzerlikler pazarda ortak geleneklere yol açıyor. Ortak gelenekleri geliştirmeye odaklanan kuruluşlar müşterilerinin ne istediğini görememeye başlıyor. Bu kör noktalar arttıkça diğer yaratıcı şirketlere fırsatlar doğuyor bunları farklı şekilde ele alarak sektöre yeni üründen çok yeni bir çözüm sunmak daha iyi sonuçlar doğurabilir. Herkesin bildiği Uber örneğin. Ulaşım sektöründe taksiler bir süredir zaten vardı. Ancak taksilerin pazarı elde tutması ve müşteriye uygun olmayan fiyatlandırması, teknolojik bir çözüm sunan Uber’e fırsat doğurdu. Bu yeni teknolojiyi avantajına kullanan Uber dünyada çığır açıcı başarılar elde etti. Türkiye ise bu konuda tutucu tavrını ortaya koyarak aslında yeni iş alanlarının yaratılmasına karşı olduğunu siyasi ve toplumsal olarak gösterdi. Toplumca inovasyonun yapılmasını engelleyeceğimizin farkında olmalıyız. Daha yeni ve daha iyi hizmet, var olan hizmeti zamanla yıkıp yok edecektir. Daha iyi ve ucuz gazeteler dijital haberleri durduramamıştır, daha ucuz ve kaliteli ürün üreten mağazalar e-ticareti durduramamıştır. Büyüyen yeni nesillerin teknolojiye olan ilgisi ile bu uyum süreci daha da kısalacaktır.
Özetle, bu inovasyon serüvenine atılmadan belirlememiz gereken kıstaslara baktığımızda birkaç önemli ölçüt karşımıza çıkmakta. Yakında inovasyon yapmayı hedefleyen ekipler bu ölçütleri aştığından emin olmadıkça inovasyon hedefleri istedikleri başarıyı sağlayamayacaktır. Önemli olan sürekli gelişen bu teknoloji dünyasında değişen ihtiyaçları ve istekleri iyi sezebilmektir. Bir mühendis olarak aynı doktor gibi öncelikle bu inovasyon yolunda doğru tanıyı koyduğunuzdan emin olmalısınız ki tedaviyi doğru uygulayabilin. Ülke olarak da Türkiye’nin görevi, eğitimli ve kalifiye olan çalışanlar için uygun yaşam şartları oluşturmak olmalıdır. Ayrıca, binanın adına “Teknoloji” sözcüğünü ekleyerek araştırma ve geliştirme yapılamayacağını anlamalıyız. O binaların içinde eğitimli insan olmazsa orada bir atılım beklenmemelidir. Bu bilgi ve teknoloji çağında hiçbir güçlü devlet, teknolojiyi dışarıdan alıp katma değeri düşük ürünleri dışa ihraç ederek dünya liginde üst sıralara çıkamaz, sadece kümede kalabilir.