Essie Kurucusu, İkon Haline Gelen Oje Markasının Gelişimini Konuştu

1981 yılında, büyük mağazaların toptan kadın çorapları alıcısı tecrübesi ve oje tutkusuyla, New York’lu Essie Weingarten, Las Vegas’a uçarken yanında götürdüğü 12 canlı, benzersiz ve yaratıcı isimli ojesiyle kendi adını verdiği kozmetik şirketini kurdu. Essie kısa zamanda duyularak güçlü bir takipçi kitlesi kazandı.

 

İşini büyütmek için çıktığı bu yolda ticari sergilerde stantlar açtı, farklı piyasalar hakkında bilgi edindi ve ürününü satabilecek dükkanlarla görüştü; bunları yaparken bir yandan da dünya çapındaki gezileri ve günlük olaylardan koleksiyonları için ilham almaya devam ediyordu.

 

Ojeleri çoğu kez kırmızı halıda taşınmış ve sayısız ünlü ile politikacı tarafından kullanılmış olan Essie, başarıya ulaştığını, 1989’da Kraliçe II. Elizabeth’in kuaföründen gelen bir mektupla anlamış. Bu mektupta kuaför, Kraliçe için Essie’den pembenin klasik bir tonu olan ‘Bale Ayakkabısı’ rengini istiyordu. “Uçağa atlayıp kendim getirebilir miyim? diye sordum. Bunu söyleme fırsatı kaç kadının eline geçer ki?” Essie süregelen ilginin, “ojenin kullanıldığı o özel gün ile özdeşleştirilmesine, kadınlara iyi hissettiren kişisel bir şey olarak görülmesine” bağlıyor.

 

Essie ve aynı zamanda iş ortağı olan eşi Max Sortino, 2010’da şirketi L’Oreal’e satmış ve geçtiğimiz günlerde firmayla yollarını ayırmıştı. Ancak 34 yıl ve 900 rengin ardından, Essie markası güzellik sektöründe büyük bir güç olmaya devam ediyor. “Bir kadın daha ne kadar şanslı olabilir? Bu bir aşk hikayesi ve her dakikasını çok sevdim. Hiçbir zaman bir iş gibi gelmedi.” diyor Essie geriye baktığında.

 

Essie ile bu sarsılmaz bağlılığın önemini, markanızla yaşamak ve nefes almanın ne demek olduğunu, ne zaman bırakmak gerektiğini konuştuk.

 

S: Şimdiki aklınız olsa, başlangıç aşamasında yaptığınız herhangi bir şeyi farklı yapmak ister miydiniz?

C: Başlarken yaptığım en büyük hata, her müşterinin şişenin üstüne adını yazmak istediğine inanmamdı. İlk zamanlar ojelerimiz markasız küçük şişeler olarak biliniyordu. Şimdiki aklım olsaydı ilk günden markayı beslemeye başlar, adımı yazardım. Marka kraldır. Marka en önemli şeydir. Markanın sizin bir parçanız olması gerekir. Buna öğrenme eğrisi deniyor. Önünüze neyin çıkacağını bilemiyorsunuz. Ancak her engelin sizi daha güçlü ve daha iyi yapması gerekiyor.

 

S: Genç girişimciler alınan bu dersten nasıl faydalanabilir? Onlar için en iyi tavsiyeniz nedir?

C: Her zaman markanızı yansıtmalısınız. Marka girişimcinin hayatı hatta aldığı nefestir. Eğer eğlence zamanının geldiğini, yarının yeni bir gün olduğunu ve baştan başlayabileceğinizi düşünüyorsanız, öyle olmuyor. Markanıza gerçekten bağlı olmanız gerekiyor. Yaptığınız şeyi sevmeniz gerekiyor, sevmiyorsanız, gidin ve bir iş bulun. Bu iş 7/24 bağlılık gerektirir. Ben bu işe başlarken, ne zaman yeni açılan bir dükkan görsem anında orada bitiyordum. Girişimci olmak ile herhangi bir işte çalışmak arasındaki fark budur. Girişimciler ne istediklerini ve neyin peşinde olduklarını bilirler. Hiçbir şey o isteklerinin yerini tutamaz. Kaderinizi kendiniz belirlersiniz. Ne ekerseniz, onu biçeceksiniz.

 

S: Markanızın büyümesiyle neler öğrendiniz?

C: Siz markanızı büyütürken birdenbire bir şeyler olur. Herkes markanızla ilgilenmeye başlar. Önce yatırım bankacılarından, sonra da stratejik ortaklardan telefonlar gelmeye başlar.

 

Bu yatırım bankacılarıyla konuşmaya başlarsınız çünkü dinlemeniz gerekir. Hepsi o kadar güzel konuşur ki; “ben sadece bir kısmını satın alacağım, şirketi yine siz yöneteceksiniz”. Marka büyüdükçe stratejik ortaklar size ulaşmaya başlar çünkü şirketi girişimcinin büyütmesi eşi benzeri olmayan bir durumdur. Girişimci sizseniz, markanızın emeklediğini, yürüyüp koştuğunu, en sonunda ise zıpladığını görürsünüz; bu aşamaya geldiğinizde de herkes peşinizden koşar.

 

Halbuki işin zor kısmını siz yapmışsınızdır, tohumları ekmişsinizdir ve kendinizi bu işe adamışsınızdır. Bu telefonlar geldiğinde hazırlıklı olmanız gerekir. Sizi yemeğe çıkarır ve içkiler ısmarlarlar, hepsi daha iyi bir restoran ve daha iyi bir şişe şampanya konusunda birbiriyle yarışır. O dönem şirketi satmak da istemiyorduk çünkü çok keyif alıyorduk. Keyif aldığınız ve işinizi elinizde tuttuğunuz sürece, kaderinizi kendiniz belirlersiniz. O yüzden nerede bırakacağınızı bilmeniz lazım. Çünkü bittiyse, bitmiştir.

 

S: Başladığınız yıllara kıyasla, bugün yeni girişimcileri nasıl bir çevre bekliyor?

C: Piyasadaki büyük değişikliğe bizzat tanık oldum. 1981 yılında başladığımda, bankaya gidip kredi almayı denemiştim ve bana iki tane kafam varmış gibi bakmışlardı. Şimdiyse iyi bir planınız varsa size para vermeyi reddedeceklerini düşünemiyorum bile. Bankalar ve yatırım bankacıları, herkes para yatıracak bir yer arıyor. Bense sermayemi son kuruşuna kadar kendim bulmak durumunda kaldım çünkü kimse bana bir şey vermiyordu. Farklı bir ortamdı.

 

Bugünlerde internetle birlikte her şeyin daha kolay olduğunu düşünüyorum, müşterinize daha yakın olabiliyorsunuz. Hiçbir şey sizi istediğinizi elde etmekten alıkoyamıyor. Yıllar önce her şey daha zordu. İnsanlar ortalıkta dizüstü bilgisayarları ve cep telefonlarıyla dolaşmıyordu. Kolaylığı bir düşünün. Bana göre zaman istediğinizi alma zamanı. Ancak kendinizi adamalısınız. Kendinizi adamamanız problem teşkil eder.

 

 

Bu makale www.entrepreneur.com’da Nina Zipkin tarafından 2015’te yayınlanan yazıdan çevrilmiştir.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*