Fellow’lardan Bu Hafta: Film Köşesi

Elif Nisa Baş: Fellow’ların haftalık bültenine hoş geldiniz! Bu seri boyunca haftalık olarak çeşitli kitaplar, podcastler, filmler, girişimler ve global yenilikler hakkında içerikler göreceksiniz. Bazen size hazır kaynaklar sunarken bazen de o kaynaklara ulaşabileceğiniz ve kaynakları üreten kişi olabileceğiniz yollar sunacağız. Şimdiden sizlerle birlikte olduğumuz için mutlu olduğumuzu bildirmek isteriz!

Başarısız Bir Seri Girişimci: Züğürt Ağa

Her şeyden önce film başlığı altında yazacağım yazıların bir film eleştirisi olmayacağını belirtmek isterim. Yapmaya çalıştığım; girişimciliği içerisinde barındırdığını düşündüğüm filmler hakkında içerik üreterek, bu filmlerin biz gençlere ilham olacak taraflarını öne çıkarmak ve bunlardan bazı çıkarımlar elde etmek. Ve ilk yazımda başarısız bir seri girişimci örneğine benzettiğim yerli film Züğürt Ağa‘yı ele almak istedim.

Yeşilçam tarihinin benim için eğlenceli karakteri olan Şener Şen’in başrolde oynadığı film, 70’ler-80’ler dönemini ele alıyor. Komedi, dram filmi diyebileceğimiz türden olan Züğürt Ağa, köyden şehre göç eden bir ağanın hikayesini ve bu geçiş sürecinde yaşananları beyaz perdeye aktarıyor. Gelin bu hikayeye beraber göz atalım.

Züğürt Ağa, köyü ve marabaları olan bir ağadır. Ağalığından memnun olan Züğürt Ağa, çok iyi çiğ köfte yapar ve güreşe bir hayli meraklıdır. Köylü de ağanın bu merakını bilir ve buradan kendilerine fırsat yaratırlar. Kurak bir mevsim geçiren köylü susuz ve ekinsiz perişan halde; Züğürt Ağanın eline mecburdur. Ancak köylüler Züğürt Ağa’nın güreş zaferlerinden sonra ziyafet verdiğini bilir ve bundan yararlanırlar. Önceden tembihledikleri pehlivanlar ağaya yenilir ve köylü de ziyafet çeker.

Köylü bunu gün aşırı yapmaya başlayınca Züğürt Ağa’nın karısı söylenmeye başlar. Zaten babasının çeyizlik verdiği birkaç köyü de ellerinden çıkarttıklarını, kalan son köy Haraptar’ı da bu ziyafetlerle kaybedeceklerini söyleyerek hayıflanıp durur. Züğürt Ağa da farkındadır aslında işlerin pek de yolunda gitmediğinin. Bazen bu konu üzerine düşünür, dertlenir.

Züğürt Ağa’nın bir de şehre göç etmiş sevdiği bir dostu vardır. Ağa bu zor süreçte dostundan borç para almıştır ve dostu arada ağayı ziyaret ederek alacağı meblağı kulağına çalar. Ağa da kuraklıktan dem vurur ve bundan hayıflanır. Dostu her gelişinde “Yahu bırak şu ağalığı gel yerleş şehre, rahat et. Ne yağmur yağmadı, ne ekin bozuldu, ne maraba hastalandı derdi var” der. Ağa yok dese de en sonunda mecbur kalır şehre göç etmeye. Bu göçü zorunlu kılan hadise, bardağı taşıran son damla her sene hasattan marabaya verilen pay üçte ikiyken o sene kuraklıktan ötürü üçte bir olmasıdır. Köylü bu durumda aç kalacağını söyler ağaya. Ağa ise kıt kaynakları bu şekilde pay etmesi gerektiğini düşünür. Bu durumu içerleyen köylü daha sonrasında ağanın malının üçte ikisini çalar ve şehre giderler. Böylece köyde beş parasız ve marabasız kalan ağa köyü satışa çıkarıp şehre göç edeceğini şehirde olan arkadaşına telgrafla bildirir.

Aslında girişimcilikle bağdaştırdığım kısım bu göçle başlıyor. Köyü ve eşyaları satan Züğürt Ağa ailesi ile beraber şehrin yolunu tutarlar. Şehre ilk geldiklerinde eski bir dostunun evinde kalırlar bir süre. Fakat bu misafirlik süreci biraz uzayınca ev ahalisi direkt söyleyemese de durumdan rahatsızdır. Bunu fark eden ağanın ertesi gün ilk işi bir ev aramak olur ve gün sonunda aradığı evi bulur. Böylelikle misafirlik bitmiş olur.

Eee misafirlik bitti diye dert biter mi ağada? Bir de iş lazım gelir. Ağa bunu bir akşam yemeğinde “Yav kahya artık bir iş kurmanın vakti gelmiştir” diyerek belirtir.

Ertesi gün iş kurmak için evden çıkan ağa ve kahyası sigara almak için bir markete girer ve ağanın gözü market camında asılı olan ilana takılır, “Devren Satılıktır.” Ağanın kafasında ampul yanar ve bakkalı satın alır. Bu ağanın seri girişimlerinin ilkidir.

Ağa birden bakkal sahibi olur. Müşterisi de vardır bakkalın var olmasına da işten anlayan pek kimse yoktur. Köyde çokça işin hakkından gelen kahya burada her şeyi eline yüzüne bulaştırır. Tartı bozulur, malları getiren toptancıyla aralar açılır ve bir yandan da ağanın karısı her gelişinde eve torbayla bir şeyler götürür, bakkalın kuyusunu kazar. Sizlerin de tahmin edeceği üzere ağa ilk işinde batar, duvara toslar. Daha fazla zarar etmemek için bakkalı satışa çıkarır ve satar.

Ertesi gün kahvehaneye giden ağa eski köylüyle bir masada oturur. O sırada sokaktan kamyonet üstünde domates satan satıcıyı görür. Ve yan masadaki şu sözlere kulak kabartır: “İşte be! İşte bu! Bizimki gibi hamallık değell. Para olacak alacan bir kamyonet, yüklicen domatisii.

Ağanın aklında yine yanmıştır ampul. Ertesi gün sokakta kamyonet üstünde domates satan ağayı görürüz.

“Domatiss domatiss”

Ağa bir müşterisi ile ilgilenirken yanlış park ettiği kamyoneti çekici tarafından çekilir ve kamyonetinden olur. Soluğu karakolda alan ağa ve kahyası kamyoneti bir haftadan erken alamayacaklarını öğrenirler. Kamyoneti bulduklarında domateslerin çoğu bozulmuştur. Ağa ve kahyası sağlam kalan az sayıda domatesi sermaye edinmek için ayıklarlar. Ne yazık ki bu domatesler sermaye olamayacaktır; kamyonetle az bir mesafe yol almışken kamyonet arızalanır ve alev alır. Ağanın yüzü bu işte de gülmemiştir ve beş parasız kalmıştır.

Yeni bir iş kurmak için para lazım, bizim ağada da para kalmamış (tabii o zamanlar melek yatırımcı diye bir şey de yok!) Mecbur evdeki eşyaların bir kısmını sermaye edinmek için satar ağa. 

Yeni bir işe atılmak için kolları sıvar.

“Sulu bunlar suluuu”

Ağa bu sefer tezgahta üzüm satar ancak bu işi de çok uzun sürmez. Zabıtalar tezgahına el koyar. Çocuklar için balon satar ağa; ip kayar elinden, balonlar uçar. Pazarda limon satarken duyarız bu sefer de ağayı: “Sulu limon suluu.” Limonları bozuk çıkar, bu iş de olmaz.

Son sahnede elinde çiğ köfte tepsisi ile görürüz ağayı. Çiğ köftelerine talep çoktur. Ağa da bu durumun farkına varır. Tepsi çabucak biter. Ağa sonunda başarılı olacağı işi bulmuş, bunun vermiş olduğu iç huzurla güle oynaya evin yolunu tutar.

Gelelim çıkarım yapmaya

Sizce ağanın başarısız olmasının altında yatan sebepler nelerdi? Buraya kendi çıkarımlarımdan birkaçını yazacağım:

  • Bence ağanın öz farkındalığı eksikti. Filmi izleyenler fark edecektir, ağanın çok iyi çiğ köfte yaptığı filmin başından itibaren izleyenin resmen gözüne sokulur. Ama ağa ışığı hep başka yerde arar.
  • Kabullenmemek de diyebiliriz. Ağa domates işinde başarısız olmasına rağmen filmde birkaç defa “Bizi mahfeden arabanın telefidir” der.
  • Bakkal işine aldığı elemanın o iş için uygun eleman olmadığını dolaba konmuş patlıcandan anlayabiliriz. (Yetenek keşfi olarak uyarlayabiliriz bunu.)

Benim filmden çıkardığım genel ders; başarımızın ancak sevdiğimiz ve kabiliyetimizin olduğu bir alanda iş yaptığımızda garanti olduğu. Züğürt Ağa çiğ köfte yapmayı sever ve bunda gerçekten başarılıdır.

Sizler de hafta sonu biraz nostalji yapmak isterseniz Züğürt Ağa’yı izleyebilirsiniz. Benim tavsiyem filmi bir arkadaşınızla birlikte izleyip sonrasında yorumlayıp çıkarımlar elde etmeniz. Bence eğlenceli olan kısım da burası zaten.

İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler!

0 Shares:
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir

Mutluluk

Geçenlerde bir dostumla 'paylaşmak' üzerine çok kısa bir sohbetimiz oldu. 'Paylaşmanın tadına varmak' üzerine geçen sohbetimizde en son ne zaman, neleri, ne kadar paylaştığımız üzerine konuştuk. Pek kötü birer insan olmasak bile yine de sorguladık durumumuzu. Biz gerçekten insanlara ne veriyoruz? Neyi, ne kadar paylaşıyoruz? Siz de soruyor musunuz bu soruyu kendinize?

Çok Mu Hayalperestiz?

Kaybolmuş gezegenimin kaybolmuş insanları… Bütün olması gerekenlerin, bütün kabullenmeler ve reddedişlerin ortasında kendini arayan insanlar… Sizi çok iyi…

Neden Meydan Okuma?

Kendimi bildim bileli meydan okumalara karşı bir merakım ve ilgim var. Merak ettiğim ve keşfetmek istediklerimi bir meydan…

Türkiye’de Benimsenmiş (mi) Girişimcilik

Manisa’nın bir ilçesinde doğmuş, Elazığ’da okumuş, farklı sebeplerle Türkiye’nin doğu-batı birçok ilini gezmiş, insanlarını tanımış biri olarak yaklaşacağım girişimciliğe bu yazımda.. Köy hayatını da gördüm şehiri de, metropol yaşamını da..

An’laşmak

Varolduğumuz evrenin kurallarına göre ne yaparsak, onunla karşılacağız. Ektiğimizi biçecek, ettiğimizi bulacak, etkimize göre tepki alacağız. Bütün durumlarda, her şey sizin ortaya koyduğunuz şekilde olacak. Yaşadıklarınıza dikkat edin. Siz o sırada hangi frekanstaysanız, o frekansın sonuçlarını yaşarsınız. Sinirli insanlar genelde, sinirli insanlarla karşılaşırlar. Yoğun olanların etrafındaki herkes de yoğundur. Bütün bunları yaşarken, birbirimizle iletişim kurarız. Peki ya iletişim kurmada ne kadar başarılıyız?