50 yıl önceki Fortune 500 (En büyük gelire sahip, 500 kurumun sıralı listesidir) şirketlerinden neredeyse hiçbiri bugün o listede değil. Bu da bugünün listesindeki devleri aynı kaderi paylaşmamak için alarma sokmuş durumda. Artık o listede olamamalarının en büyük sebepleri ise , iş yapış şekillerini değiştirmemiş olmaları ve değişime karşı dirençleri, hızla gelişen teknoloji dönüşümüne ayak uyduramamaları, karar mekanizmalarının hiyerarşik düzenden ötürü yavaşlığı ve çalışanların ben çalışmasam da bir şekilde şirket ayakta kalıyor zaten bakış açısıdır.
Bu durumu fark eden dev şirketler hızlı değişime adapte olabilen, teknolojik gelişmelerin ve kolayca globalleşmenin desteğini arkasına alan, ekibindekilere fark yarattıklarını gösteren girişimlerle ilgili aksiyon almaya başladı bile. Bazı şirketler kendi sektöründe ona rakip olabilecek iyi teknolojilere sahip girişimleri satın alırken bazıları her çözümü şirket içinde yürütemeyeceğini düşünüp girişimlerle iş birlikleri yapmalarını sağlayacak platformlar kuruyor, bazıları ise şirketi girişimler gibi çalışmaya yönlendiriyor. Girişimleri satın almak
Girişimcilik dünyasında ‘’exit’’ diye geçen bu seçenek şirketin himayesi altına girmesi bir zamandan sonra kültürünü kaybetmesi ve sonucunda ürünü devretmesi gibi sonuçlanabilirken kurucunun girişimi yönetmesine izin verilmesiyle sürdürülebilirliğini koruduğu ve hatta iyi senaryoda hem büyük şirketin hem de girişimin karşılıklı deneyimini öğretmesiyle sonuçlanabiliyor. (örn. Google’ın Waze App’i satın alması)
- Girişimlerle iş birliği yapmak
Ekosistemde şirketlerin kullanabileceği o kadar çok mikro ve makro çözüm var ki şirketler bunların hepsi için ayrı ayrı iş birimleriyle çalışmak, o projelere yeterli kaynak ve zaman ayırmak gibi bir şansları olmadığının farkında. Bu yüzden ya kendi açık inovasyon kanallarını kuruyorlar (bu kanallar şirket hızlandırıcıları ya da şirket kuluçka merkezleri olabilir) ve ya var olan kuluçka merkezleriyle anlaşmalar yapıyorlar. Her iki metotta da amaç aynı, dışardaki teknolojileri teker teker arayıp bulmak yerine ihtiyaçlarına göre sektörel yarışmalar ve programlar organize ederek girişimleri bulup onlarla iş birliği yapabilmektir. (örn. Eczacıbaşı Topluluğu’nun Geleceğin Gücü programı, Deutsche Telekom’un Hub:raum’u)
- Girişimler gibi çalışmak
Son yıllarda girişimlerin çok hızlı bir şekilde büyümesi büyük şirketlerin girişimlerin iş modellerini ve tarzlarını merak etmelerine yol açtı. Bakıldığında ise bir girişimin büyük bir şirketten en büyük farkının çevikliği olduğu görüldü. Büyük şirketlerde bir problemle karşılaşıldığında risk alma faktörü çok düşük olduğundan çözüm baştan sona mükemmel bir şekilde planlanıp ancak birkaç yılda tamamlanabiliyor. O sırada başka bir ihtiyaç çıktıysa çözüme eklenemiyor daha kötüsü çözüm müşteri tarafından beğenilmediyse tüm proje için harcanan para ve zaman boşa gidiyor. Oysa girişimlerde daha rahat risk alınabiliyor ve deneme yanılma kültürü sayesinde, her deneme sonrası müşteriden alınan geri dönüşlerle müşteri odaklılık ve çözümün etkinliği daha fazla sağlanıyor. Bu çalışma şeklini şirketlere kazandırabilmek için ise çevik çalışma methodu ‘Agile Metodu’ son zamanlarda çok yaygınlaşmış durumdadır.
Çevik metod ‘’Agile Method’’ sayesinde projeler girişimlerdeki gibi yürütülüyor. Mevcut çalışma şekillerinde çalışanlar görevlere atanırken bu metotta çalışanlar en çok yardımcı olabileceklerini düşündükleri görevleri üstleniyor. Yine mevcut çalışma şekillerinde herkes kendi başına çalışırken ve kimse kimsenin ne yaptığını proje sonuna kadar bilmezken bu metotta her sabah günlük neler yaptım neler yapacağım nelere ihtiyacım var hakkında konuşuluyor ve takım üyeleri projenin durumuna dair her zaman güncel bilgiye sahip oluyor. Bu metodun birçok farklı özelliği olsa da yukarıda da belirttiğim gibi en önemli özelliği takımın bulduğu ilk çözümü minimum halde müşteriye sunup geribildirim toplaması ve buna bağlı olarak yeni ürünü şekillendirmesidir. Genel olarak müşteri ve sonuç odaklı, şeffaf bir iş yapış şekline sahip olan bir metot olduğu için de çevik çalışma metodunu şirketler birçok farklı departmanda kullanmaya başladılar. (örn. General Electric FastWorks)
Yakın zamanda örneklerini giderek daha da çok duyacağımız bu ilişki çeşitlerinde ister girişim tarafında olun ister şirket çalışanı iki tarafın da birbirinden öğreneceği çok fazla şey var. Fortune 500’ler için değişime ayak uydurabilme, girişimler için sürdürülebilir büyüme yöntemleri gibi. Daha holistik bakıldığında ise şirketin büyüklüğü küçüklüğü olsun, iş yapış şekli olsun yeni teknolojileri kullanımı olsun en önemli nokta değişime karşı nasıl durduğudur. Kendinizi risk alabilen, değişime öncü ve yeni şeyler öğrenmeye her zaman açık konumlandırırsanız her sistemde başarılı olacağınıza ve geleceğin Fortune 500’lerine gireceğinize inancım tamdır.