Yazıma üniversitenin ilk seneside başımdan gecen bir olay ile başlamak istiyorum. Hazırlık senesinin sonlarına doğru bir arkadaşım ile İstiklal Caddesinde yürürken karşımızdan bir kamera ve siması tanıdık, kolları açık bir adam mikrofonu ile bize doğru geliyordu. Yakınlaştıkça kestirdim, Hayat Bilgisi ‘Var mısın Arif’ yarışmacımızı bulduk diye önümüzü kesti. Tam olayı kavrayamamışken, dönemin ‘Pasaport’ diye bir yarışmasını açıklamaya başladılar. Hatırlamayanlar için 5 görev yapıp, evde valizini hazırlıyorsun, hava alanına rakibinden önce gidersen kazanıyorsun. Kazananın ödülü ise tabiki bir ülkeye herşey dahil bir tur. Çok pazarlık şansım olmadan yarışmaya alındım, kazananın ödülü ise 1 haftalık Beyrut turuydu.
İlk aklınızdan ne geçti? Tarih bilgim çok üst düzey ya, benim direk savaş geçti. ilk sorum ‘Orada iç savaş yok muydu?’ oldu. 1964 yılında bittiğini söylediler yine de benim içim rahat etmedi. Kazanırsam sürekli terör eylemleri gerçekleşen bir Arap ülkesine gidecektim, hem de tam 1 hafta. ‘Çok güzel, merak etme’ diye diye yarışmayı kazandım. Toplandım gidiyorum ama içten içe ailecek korkuyoruz.
Uçağa bindim, indiğim yerde derme çatma 90’ların Malatya havaalanına benzeyen bir yer. İçimden ‘Bu ülkede hayat varsa şanslıyım’ dediğimi hatırlıyorum. İşin rengi otele giderken değişti. Fransız mimarisinin ağır bastığı, heryerin rengarenk olduğu inanılmaz medeni bir yere geldik. Fransız koleji mezunuyum, İngilizce hazırlığı taze bitirdim ya arada dil değiştirerek anlaşırım diye düşünüyordum. Benim düşündüğümü ilk girdiğim bakkal bana yaptı. Sonra anladım ki eski Fransız sömürgesi olan Lübnan’da hem İngilizce hem Fransızca’yı herkes ana dili kadar iyi biliyor. Sahili en az 15km ve teknelerle dolu, gökdelenler kaplı bir sahil hattı ve şaşırtıcı bir medeniyet. En az İstiklal uzunluğunda, içi sadece bar ve gece kulubü olan 3 büyük cadde. Meğer Arap yarımadasının finans merkezi Beyrut’muş. Hayatımın en güzel haftalarından birini 3 gün yaşayamayacağımı düşündüğüm bir yerde geçirdim.
Gelelim başlığımıza… Biz ‘Katil Ülke’ ve ‘Barbar’ İsrail’i hiç sevmiyoruz. Peki hiç düşündünüz mü İsrail bizi çok mu seviyor? Gelin şaşırtıyım sizi; evet hem de çok. Bizim en önyargılı olduğumuz toplumda Türk olduğunuzu söylemeniz yeterli. Bizi bizden daha çok seviyorlar, Türk olduğumuzu duyunca saygı duymayan bir kişi ile karşılaşmadık. Nedenini araştırdık, Yahudiler 1400’lü yıllara kadar İspanya ve Orta Doğu olmak üzere 2 farklı ülkede yoğunlukla yaşıyorlarmış. İspanyollar Yahudileri ülkede istemedikleri için büyük bir ayaklanma ile hepsini gemilere bindirip, Yunanistan ve Türkiye’ye getirmiş. Yunanlarda sıcak bakmadığı için o dönemde bütün Yahudiler önce İzmir’e oradan bir bölümü İstanbul’a yerleşmiş. Her 3 kişiden 2’sinin Türkiye’de birincil derece bir akrabası yaşamış ya da hala yaşıyor. Barış Akarsu dinleyen güvenlik görevlisi, Kuzguncuk’u bize anlatan yazılımcı ve Annesi İzmir’de yaşayan taksici. Kısaca herkes bize aşık.
Peki biz neden İsrail’i sevmiyoruz? Onlarda henüz farkında değiller ama Istanbul’un Tel Aviv’den daha güzel olan tek yanı boğaz manzarası. Sert ve kontrolcü yapıları var doğru ama her konuda olduğu gibi fikir sahibi olmadan zikir sahibi oluyoruz. Bölge ve halk hakkında kulaktan dolma bilgilerin %90’ı yalan. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel gün batımı Tel Aviv’in şehri kapsayan tertemiz sahilinden izleniyor. Ekim ayına girdik hava ve deniz muhteşem. İstisnasız herkes spor yapıyor. Bisiklet onlar için bir spor değil, olmazsa olmaz bir ulaşım aracı. Şehrin büyüleyici iki bölgesi Old Yaffa ve Kudüs, 12’de seni ‘ Daha kimse gelmedi’ diye geri çeviren sabah 8’de seninle beraber biten gece kulüpleri, kültürlü güler yüzlü ve özellikle din konusunda çok anlayışlı bir halka sahipler. 3. Gün kendime ‘Adamların bizi bu kadar sevmesi büyük lütuf’ dedim. Bu kadar güzellik ile beraber herşeyin pahalı olması kaçınılmaz tabii ki. Gözünüze en çok çarpan şey ise evlerin eskiliği. Dökülen binaların içinde yaşıyorlar ve kimse ‘kentsel dönüşüm’ yapalım demiyor. Nedeni gayet sade; herkes ülkenin refah seviyesinin artması için işe ve teknolojiye yani doğrudan insana yatırım yapıyor. Sahi ya iş, Tel Aviv’i överken asıl konuyu kaçırıyorduk.
Krallık Yükseliyor; İsrail Girişimcilik Ekosistemi
Asıl orada bulunuş amacım tabiki Tel Aviv’in güzelliklerini tatmak değildi. Girişimcilik Vakfı’nın girişimi olan Fellowlar arasından seçtiği 2 şanslı insandan biriydim, bölgenin en büyük teknoloji konferansı DLD İnovasyon Festival’ine gönderildim. Geçen sene 2015 Fellowları ile ekosistemin ne kadar kuvvetli ve değerli olduğunu kavramıştık. Israil kazanılan her bilgi ve paranın ekosisteme geri döndüğü, çığ gibi büyüyen bir girişimcilik kültürüne sahip.
Artık kazanılan deneyim ve paranın ekosisteme dönüşü olağanlaşmışken, DLD’ye ilk adımımızı attığımızda her ülkeden yabancı fonların ve ticari birimlerin farkına vardık. Kayıt için biraz erken gittik, bir saat içinde sadece İsrail’e yatırım yapmak için kurulan Hollandalı, Rus ve İspanyol fon yöneticileri ile tanıştık. DLD’nin artık sadece bölgenin konferansı olmadığını erken kavradık.
Konferans boyunca Facebook, Microsoft, Intel, Google gibi büyüklerin bütün yönetim kadrosu sahneye çıkıp kendi görüşlerini ve neden ‘Dünya’nın en iyisi’ olacaklarını anlattılar. Açık açık dünyayı kendilerine bağlayacakları alanları seçtiklerini ve bu konularda rakip kalmayana kadar çalışacaklarını söylediler. İnternet’in en zayıf karnı siber güvenlik ve enerji. Yabancı fonlar, bölgenin kuluçkaları, mentorlar herkes özellikle bu iki konuya yoğunlaşıyor. Makine öğrenmesi, yapay zeka, eğitim teknolojileri zaten kendiliğinden gelişiyor.
Benim konferans boyunca en çok ilgimi çeken an Facebook İsrail CEO’sunun ‘Dünya’da girişimcilik hızla gelişen bir trend. Çocuklara ileride olmak istedikleri meslek sorulduğu zaman girişimci demeye başladılar. Biz nasıl mı farklıyız? Aynı yaşlarda bir çocuğa aynı soruyu sorduğunuzda size girişimini anlatabilir ya da robotunu gösterebilir. Biz bu yüzden en iyi olacağız’ demeci sonrasında sahneye 8 çocuğun gelmesiydi. Geldiklerini zar zor gördük ama takım elbiseler , yapılı saçlar ile sahnede kendilerine ayrılan yerlere oturdular.
İlk olarak 8 yaşında Nick sahneye çıktı. Elindeki kumandası ile KENDİ TASARLADIĞI robotunu sahneye getirdi. Yanlış okumadınız Nick robotunu tamamiyle İngilizce anlatım ile sergilemeye başladı. 8 Yaşındaki çocuk ürünün ‘MVP’ halinde olduğunu söylediği zaman uzun süre susmayan bir kahkaha koptu. 8-13 yaşlarında çocuklar mobil reklam, eğitim teknolojileri ve tabiki oyun girişimlerini herkese tanıttı. O kadar alkış aldılar ki yarım saat sürecek panel 1 saat 15 dakika sürdü. Bir dinleyici kibar bir şekilde aklına nereden mobil reklam girişimi kurmak geldiğini sorduğu zaman, 13 Yaşında bir çocuk babasının internet reklamcılığı ile uğraştığını en büyük hayalinin onun gibi olmak olduğunu söyledi. İşte gerçek ilham budur.
Ekosistem artık doğal yollar ile büyümeye başlıyor. Az olanak ile çok başarılı olan İsrail Girişimleri bir sonraki nesile örnek oluyor. Konferans salonlarında ‘Bizden neden olmuyor?’ üzerine tartışarak değil, örnek babalar yaratarak büyüyorlar. California, Berlin hala çok büyük merkezler ve hızlı gelişiyorlar fakat bir doğru var; Israilliler kafaya koyduklarını yaparlar. Birbiri ile sürekli karşılaştırılan bu iki kültür bir bakmışsınız minik Israil ekosistemine bağımlı yaşıyor. Teknolojik bir girişiminiz mi var? Daha da genel Ege kıyılarını seviyor musunuz? Taht el değiştiriyor. Tel Aviv hala bizi çok severken gelin bana katılın rotayı Orta Doğu’nun cennetine çevirelim.