Türkiye Girişimcilik Vakfı bu sene 2. yılına girdi ve ilk 40 Fellow’unun ardından, 10 tanesinin de mezun Fellow olmasıyla birlikte bu sene tam altı aşamadan, yanlış duymadınız, tam altı zorlu aşamadan sonra Girvak’a bu sene başvuran 30.000 kişiden 50 kişiyi ailesine kattı ve #fellow80 oldu!
Aileye hoş geldin mailinin ardından bir yıldır hayal ettiğim bu yerde olmayı fazla idrak edemesem de bu mailden kısa süre sonra atılan yeni bir maille çok gün geçmeden ilk Fellow Up’ı gerçekleştirdik. Övünçler bazen çok içi dolu şeyler gibi gelmezler kulağa ama amaçlarından biri ‘ilham vermek’ olan bu güzel vakfın bana da şimdiden ilham verdiğini görmezden gelemeyeceğim ve öveceğim; öyle ki ilk ‘Fellow Up’ etkinliğinin ardından bana ne zamandır istediğim ama bir türlü başlayamadığım yazı yazmak ile ilgili bile ilham verdi.
İlk gün 2015 yeni Fellow’ları ile buluştuk, Sina Afra’nın ilham verici hikayesini dinledik. Bunun dışında neredeyse tam 50 farklı hikaye daha dinleme fırsatı buldum. Eminim ki bu güzel günde herkes birbirinden ilham aldı ve bu ailenin bir üyesi gibi hissetti kendini. İkinci gün ise #fellow80 olarak tanıştık, kaynaştık; yeni hikayeler, yeni yüzler, kendimizi tanıtma ve aslında tanıma fırsatı bulduk, daha yeni tanıştığımız insanlardan kendimizle ilgili aslında hiç fark edemediğimiz özelliklerimizi bile keşfettik. İsim hafızası kötü olanlar(ben!), isimleri değil ama başkalarının hayatları ve hayallerini görebilme, tanıyabilme fırsatı edindi.
Ben burada yaşanılan, söylenilen her şeyi anlatmayacağım, onlar da başka yazılara kalsın; fakat ikinci günden, Ertuğrul Belen’in yaptığı müthiş eğlenceli konuşmadan aklımda kalan güzel bir şeyi paylaşmak istiyorum. Ertuğrul Belen (onun ağzından, onun mimikleriyle dinleyebilmenizi dilerdim) yaptığı bir paylaşımda şu tarz bir şey söylemişti, ben şimdi dilimin döndüğünce anlatayım: ‘Toplumumuzda iki kişi karşı karşıya geldiğinde ortak ilk nokta çıkana kadar konuşma daha samimiyetsiz geçiyor; ortak nokta tamamsa, tamam! O yüzden ki konuşmalarda hep ‘Nerelisin?’ opsiyonunu deneyip ‘Vay memleketlim’ deyip kırk yıllık ahbaba dönüşüyoruz. Ertuğrul Bey’in bu esprili yaklaşımı bana da güldüğüm bir olayı hatırlattı.
Yaklaşık üç ay önce okulumuzun mimarlık fakültesindeki 3D yazıcıda, yine okulda yer aldığım bir proje ile ilgili birkaç üretim yaptırmak için dekanlıktan izin almıştık. Dekanı da kıl payı yakalayıp odasının neresi olduğunu bilmeden direk girmiş ve sonunda, ‘Sizler bizim çocuklarımızsınız, tabii ki destek veririz’ iznini kapmıştım. Ancak her şey böyle güzel de olsa yazın ortasında 3D yazıcı ile ilgilenen okul çalışanı abiye yeni bir iş çıkarmıştım ve bu nedenden de bir miktar bana sinir olduğunu konuşmalarından da anlamıştım; ancak iyi bir ilişki kurmak istediğimden ve kimseyi gücendirmek istemediğimden de Ertuğrul Bey’in de anlattığı gibi beynim minik fikirler üretmeye başladı; ortak bir nokta, konuşacak bir konu bulmalıyım! diyordum kendi kendime. Tam o sırada 3D yazıcı için çizimleri açayım diye bilgisayarından bir internet sayfası kapattı, olay saniyeler içinde gerçekleşirken kapanan sayfada gözüm bir Bolu türküsüne ilişti! (Ben de Boluluyum!) Gökkuşağının altında, altın bulmuşçasına sevinirken ağzımdan büyük bir coşkuyla ‘Abicim sen de mi Bolulusun ya!’ dökülmüştü, en güzel an ise bu cümleden sonra onda gördüğüm büyük gülümsemeydi, artık konfor alanına girmiştim ve beni sevmişti. Sonrası mı? Sonrası 2 hafta süren atölye çalışması, abiyle bitmeyen sohbetler ve güzel bir networking!
Girişimcilik vakfı ilk Fellow Up’ı geleceğe dair pek çok ilham verdi, ancak en yakın geleceğe uyarlayabildiğim bu blog yazısıydı. Nasıl bir aileye katıldığımı, bana neler hissettirip ilham vereceğini düşündükçe çok heyecanlanıyorum. Bu arada, bu güzel iki gün için de emeği geçen herkese ve bütün Fellow’lara çok teşekkür ediyorum!