Sizlere son zamanlarda oldukça etkinlendiğim ve beni düşünmeye sevk eden Ankara Devlet Tiyatroları’nda izlediğim “İzafiyet” oyunundan basetmek istiyorum. (Dikkar spoiler içerir!). Tek perdelik bu oyunun yazarı Mark St. Germain, çeviren ve yöneten ise Buğra Koçtepe. Oyun, 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden biri olan Albert Einstein’ın insani ilişkilerini ve bilim anlayışını demonstre ediyor; bunu da, çocukken terk ettiği kızıyla yüzleşmesi kurgusu üstünden sunuyor izleyicilere. Rasyonel bir bilim insanı olan Eisntein’in yalnız kalma arzusunu, bağlanma sorunlarını ve iç dünyasını ifade etmeme eğilimini “tüm insanlığı sevmek bir insanı sevmekten daha kolaydır.” cümlesiyle meşrulaştırdığını gördüğümüz, iyi bir baba iyi bir eş olmanın onun nezdinde ne ifade ettiğini anlamaya çalıştığımız bir diyalog var oyunda. Kızı da, bir baba çocuğuna vermesi gereken şefkati gösteremeyip iyi bir baba olamazken “greater good”, o çocuğun hayatında kapanmayacak derin yaralar oluşturduktan sonra ne anlam ifade eder ki yaklaşımını sunuyor.
Oyunun benim için en dikkat çekici kısmı “fayda erdemin üstündedir” üstüne dönen tartışma oldu. Bu soru, kişisel görüşlere ve tercihlere bağlı olarak farklı şekillerde yanıtlanabilecek, felsefi tartışmaların da konusu olmuş ve farklı etik teorilerinin de yolunu açmış olması bakımından oldukça zor elbette. Fayda ve erdem kavramlarının bağlamlarını derinlemesine sindirmek gerekiyor belki de. Ama temelde herkesin üstüne düşünmesi gereken bir soru, eyleminin sonucu mudur değerli olan yoksa eylemin kendisi mi, etik değerin ölçütü erdem mi yoksa fayda mı? Başarılı insanları yüceltmenin ardındaki sır perdeleri aralandığında yozlaşmış davranışlarını görmek, insanlığa bu denli büyük katkısı olanların nasıl böyle bir iç dünyaya sahip olabildiğiyle yüzleştirmesi oldukça sarstı diyebilirim. Oyunda bu konudan bahsedilirken birkaç bilim insanı örneğinin üstünden gidiliyor. Bu bahsi geçen bilim insanlarından biri Henry Ford. Kızı Einstein’e, Ford’un otomobillerin yaygın ve erişilebilir hale gelmesini sağlamasının yanı sıra Yahudilere karşı açıkça düşmancıl bir tavır sergilediğini ve antisemitizmin yayılmasına katkıda bulunduğunu söylüyor. Einstein ise kızına oraya nasıl geldiğini soruyor ve kızı araba ile diyor, işte bu da Einstein’in tezini doğrulayacak nitelikte bir yanıt oluyor ve bireysel ahlak çerçevemizde davranışlar sergilememiş olmasının insanlığa büyük bir şey kattığı gerçeğini değiştirmediğini vurguluyor, bu denli büyük katkıları sunan birinin erdemli temelleri olup olmamasını pek de önemsemiyor. İkincil bir örnek ise Thomas Edison, elektrikle ilgili çalışmaları sırasında hayvan deneylerine başvurmuş olması filler ve atlar üzerinde elektrik akımının etkisini gözlemlemesi ve birçok hayvanın ölümüne sebep olması, aynı zamanda ölüm cezasının infazında elektrikli sandalye kullanımını desteklemesi büyük bir tartışma konusu. Bu noktada sizin düşünceleriniz neler? Sizce büyük bilimsel ilerlemelere imza atmaları, davranışlarını meşrulaştırmaya yetiyor mu?
Son bir not olarak, Einstein ile ilgili yaptığım araştırmalar esnasında Prof. Dr. Kerem Doksat’ın sayfasında, “Şizo-paranoid Dâhiler” başlıklı yazısında şöyle bir kısma rastladım, “Sevgili talebelerim ve insanla ilgilenen herkes, insanlık tarihi böyle şizoid dâhilere çok şey borçludur. Bâzı endişe verici hususları vurgulamak isterim. Bu dâhi yaratıcılar aşırı derecede izole ve yapayalnız hayatlarında çok alıngan ve arrogan (ânında sözlük: kibirli, böbürlenen) da olurlar. Einstein sosyal taraflarıyla “yırtmıştı” ama çocukları şizofren olmuştu.”