Önemli bir dersimin ortasında ilk blog yazımı yazmayı planlamıyordum elbette ancak sabrımın son noktasından öncelikle merhaba! Havacılığın değiştirilemez o katı kurallarını öğrenirken, bunun nasıl geliştirilebileceğini ekstradan düşünmek, irdelemek, olduğu gibi kabullenememek, şartları iyileştirmek için yollar aramak oldukça zor ve yorucu. Kurumsal sektörde bir memur olmak istememek, almam gereken riskler ve yapmam gereken fedakarlıklar… Kısaca, kafamda deli sorular. Havacılığa ve uzaya yoğun bir ilgim olsa da nerede kullanılacağına karar verilmiş formülleri, başkalarının işleri için hesaplayarak hayatımı geçirmek istemiyorum; işim bu olsun istemiyorum, çünkü işimin beni mutsuz etmesini de istemiyorum. Beni geliştirmeyen ve benim geliştiremeyeceğim herhangi bir şeyi hayatımın herhangi bir noktasında istemiyorum. Hayallerimin ve fikirlerimin mum gibi eritilip girebileceğim şirketlerin ihtiyaçlarına, benden beklenenlere göre şekillenmiş bir kalıba dökülüp başkalarının istediği bir noktada ihtiyacı karşılaması adına ışık vermesini istemiyorum. Özü bozulmadan, başkalarının zorlamasına maruz kalmadan benim istediğim yerlerde karanlığı aydınlatmalı benim fikirlerim.
Ne istemediğimizi sıralamak elbette daha kolay. Ne istediğimizi bilmemiz ve emin olmamız da geri kalan hayatımızı şekillendirecek olan dönüşüm noktası. Tam bu noktada eğer insanlık için bir değer yaratmak, başlı başına yepyeni bir şey ortaya koymak istiyorsan, kendini gerçekleştirmek istiyorsan, dünyayı değiştirebileceğine dair kurduğun hayaller ve inancın da mevcutsa büyük bir çoğunluktan ayrılıyor ve yalnızlaşıyorsun.
Bu yazıyı yazdığım günün sabahı moralim oldukça düşüktü. Ve sonra kahve almaya kafeteryaya gittim ve bir önceki gün Global Girişimcilik Haftası için ilk kez tasarladığım afişlerden birini, Sina Afra’nın olduğu afişi, gördüm. Derse gireceğim amfinin yanındaki panoda da Mehru Aygül’ün afişini. Aklıma yine afişleri astığım gün maskeyle dersleri bölüp (yüzümdeki maskeyi temsili kurumsallıkla ilişkilendirip) “Sürpriz! Girişimcilik!” diye seslendiğim an da gelince gülümsedim ve kendimi çok ama çok daha iyi hissettim. Ne istediğini bilmenin dönüşüm noktası olduğunu ve bu noktada yalnız kalmanın çok olası olduğunu söylemiştim. Girişimcilik Vakfı’nı kuran bu güzel insanlar olmasaydı, birileri bizi görmeseydi ve değer vermeseydi-bu hisse ailenin 80 fellowunun da kapılacağını düşünüyorum- yapayalnız hissedecektim ve bazı şeyler çok daha zor olacaktı, çünkü “İlham almak ve ilham olmak” bu yalnızlaşmayı kırabilecek tek değer. Bu değere en güzel şekliyle sahip olan da tek bir aile.
Çok sevdiğim bir sözdür: “Açılmayan kanatların büyüklüğü bilinmez.”
Kanatlarımızı nasıl açacağımızı,
Uçurumdan nasıl atlayacağımızı,
Ve yere çakılmadan, nasıl gökyüzüne yükselebileceğimizi, rotamızı çizebileceğimizi…
Dahası,
İşler ters gittiğinde uçamayıp çakılsak bile, yaralanan kanatların da elbet bir gün iyileşeceğini gösteren Girişimcilik Vakfı! İyi ki varsın!