Yoğun ve stresli bir iş hayatınız mı var? Ya da yaptığınız işlerin boyutu, yoğunluğu gözünüzü korkutuyor mu? Peki ya hiç yaptığınız tüm işlerin, kazandığınız tüm başarıların sadece ama sadece tesadüflerden oluştuğunu düşündünüz mü? Bu yazımda sizlere, aralarında benim de olduğum, toplumun çoğunluğunda bulunan bir sendromdan bahsetmek istiyorum.
Impostor sendromu!
Geçtiğimiz haftalarda okuldan çok samimi dostum Oğuz ile konuşup, yaptığımız işlerin stresinden, vereceğimiz kararların hayatımıza etkisinden bahsederken kendimizi ortak bir noktada bulup, aslında ne kadar aciz düşünceler içinde olduğumuzu anladık. En büyük şikayetlerimden birisi düzenli olarak mutluluğu bulamamak. Esasen konuştuğum insanların çoğu gerçekten çok mutsuz olduklarını düşünüyorlar. İçinde bulunduğum çevrenin çoğunluğunu girişimciler oluşturuyor ve herkes ayrı telaşlar içinde savrulup duruyor. Bahsettiğim ‘aciz düşüncelerin’ aslında bir sendrom olduğunu Oğuz’dan öğrendim. Özellikle yazılımcılarda ve girişimcilerde sıklıkla rastlanılan ‘Impostor Sendromu’ ya da ‘Sahtekar Sendromu’ olarak bilinen bu durumda insanlar başarılarının, kazandıkları sınavların, mevkilerinin hatta en iyi oldukları uzmanlık alanlarının bile onların emeklerinin ya da tecrübelerinin sonucu olduğuna değil de tamamen şans eseri gerçekleştirdikleri ilizyonlar olduklarına inanırlar.
Başarılarla dolu bir hayatın neredeyse tamamının şans eseri olduğunu hissettiğinizi bir düşünün. Bende durum henüz o kadar ileri seviyede değil (henüz o kadar başarılı değilim) fakat kendi çapımda yaptığım işlerin, edindiğim tecrübelerin ve bunlar karşılığında kazandığım saygınlığın ya da güvenin çoğunun şans eseri olduğunu düşündüğüm anlar bir hayli fazla. Bunun en büyük dezavantajı ise bir süre sonra yaptığınız ‘sahtekarlığın’ ortaya çıkacağını düşünüp, toplum içinde özgüvensiz eylemlerde bulunmak, konuşmak isteseniz bile insanların sizin sahtekarlığınızı öğreneceklerini düşünüp kendinizi geri planda tutmak diyebilirim. Bu problem uzun vadede yaptığınız işlerden, hatta kendinizden bile soğumanıza yol açabilir.
Bu sorunun sadece bende olmadığını, aslında bunun toplumun çoğunda yer aldığını öğrendikten sonra uzun soluklu düşünmeye başladım. Gerçekten de başarılarımın çoğunu hep başka nedenlere bağladığımı fark ettim. Buna kimileri alçak gönüllülük diyor, kimileri ise aşağılık kompleksi. Fakat bu en basit anlamda ‘haksızlıktır’. İşin daha da kötüsü bunu kendimize yapan yine biziz. Kendimizi, kendimiz ile cezalandırıp, yiyip tüketiyoruz.
Sosyal hayatımızı, kariyerimizi ve okul hayatımızı derinden etkileyen bu sendromun bende yarattığı hasarları ve buna bulduğum kendimce çözümleri aslında bir önceki yazımda(http://futureleadnow.com/is-okul-ve-sosyal-hayat-dengesizligi-uzerine/) anlatmışım, ama inanın ki bunun farkında bile değildim. Geçtiğimiz günlerde yazımın tekrar yayılması ile temel sorunun ‘Imposter Sendromu’ olduğunu keşfettim. Bunun bir çok nedeni var; toplum baskısı, başarı odaklı yaşam, mükemmeliyetçilik gibi.
Çözüm için okuduğum bir çok yazı ve konuştuğum bir çok insanın önerileri hep aynı oldu. En temel anlamda cesur olmak gerekiyor. İnandığınız şeylerin, çalışmalarınızın arkasında durup, onlar için harcadığınız zamanın ve emeğin farkına varmak çok kritik. Öte yandan sizinle aynı problemi yaşayan insanlar ile konuşmak çok faydalı olacaktır. Gerçekten de konuştukça anladım ki başarılı olarak gördüğüm bir çok arkadaşımda aynı durum söz konusu. Onları dinledikçe sürekli ‘saçmalama, o öyle değil, yanlış düşünüyorsun’ gibi karşılıklar verdim. Bu durum bir şeylerin farkına varmam için iyi bir anahtar oldu.
Cicero der ki ;’ İnsana “Kendini bil!” denilmesi, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir’ ve ‘İnsanın en büyük düşmanı, doğrudan doğruya kendisidir.’ Çok doğru. Artık bir şeyleri değiştirmek adına farklı bir bakış açısına sahibim ve bunu sizlerle paylaşmayı, bu konuda farkındalık yaratmayı istediğim için bunları yazıyorum.
Umarım küçük de olsa etkim olmuştur.