Yaşayıp deneyimlemeden önce üniversite yıllarında çalışmaya başlamanın en büyük faydasını sorsanız sizlere “mezun olduğumda toplam iş tecrübemin beni kendi yaşıtlarımdan ayrıştıran bir nicelikte olacağını” söylerdim. Böylece daha nitelikli işleri daha kolay bulabileceğimi düşünürdüm. Fakat iki sebepten ötürü bu olası yanıtımın oldukça değiştiğini söyleyebilirim.
Birincisi geçen sürede ne istemediğimi erkenden öğrenmenin etkisiyle hatalarımdan ders çıkardım. Eskiden çok cazip gözüken büyük danışmanlık şirketlerinde kariyer sahibi olmak istemediğimi, yurt dışında bu şirketlerden birinde uzun dönem staj yaparken gördüm. Bu süreçte aynı zamanda yurt dışında çalışmanın veya yaşamanın benim açımdan olumsuz yönlerini de deneyimlemiş oldum. Çıkardığım sonuç ise şu oldu: Eğer buna benzer bir deneyim için üniversiteden mezun olmayı bekleseydim belirgin bir mesleki kimlik, uzun vadeli planlar ve sözleşmeler, yerleşik bir düzen ve çevresel beklentiler gibi kısıtlara maruz kalacaktım. En önemlisi de benim için çok değerli olan kişisel gelişime ayıracağım zamanın büyük bir kısmını harcamış olacaktım. Dolayısıyla alternatifler arasında varlığını önemsediğimiz, artılarını ve eksilerini merak ettiğimiz maceraları bir an önce deneyimlemenin yapılan çıkarımlarla doğru seçeneğe ve hayallerimize yaklaştıracağını söylemek mümkündür.
Örnek üzerinden gidecek olursak “girişimcilik” hayallerinizi süslüyorsa üniversite yılları bu deneyim için bulunmaz bir fırsat. Genç neslin odağında bulunan binlerce sorunu doğrudan yaşıyorsunuz ve elinizde çıkardığınız ürünü test edebileceğiniz bir kitle var. Öğrenci kulüpleri ve aktiviteleri gibi kaynaklar da elinizde bulunmakta. Bu kaynakları kullanarak bir iş fikrini hayata geçirmeyi, ekip kurmayı, ürün çıkarıp test etmeyi ve pazar uyumunu test ederek çok başarılı bir Startup’ın temellerini atabilirsiniz. Diğer bir ihtimal ise bu harika tecrübeyi bir sonraki adımınızı planlamak üzere “failing forward” olarak kabul edebilirsiniz. Bu deyim aslında John Maxwell’in aynı isimle yazdığı kitapta bahsettiği başarısızlığın iki çeşidi olarak nitelendirdiği “failing backwards” ve “failing forward”dan olumlu olanı diyebiliriz. Burada önemli olan nokta, başarısızlığa doğru reaksiyonu göstererek hem mesleki, hem kişisel anlamda kendimizi geliştirmek. Kitapta böylece başarısızlık deneyimindeki bütün faydaları kullanarak ileriye yönelik başarıya giden doğru atmaktan söz ediliyor.
Üniversite yıllarında çalışmaya başlamanın ikinci önemli avantajının ise üretkenlik alışkanlığı olduğunu düşünüyorum. Derslerin yoğunluğundan şikayet edenler, sınav dönemleri kendilerini dış dünyaya kapatanlar, hiçbir şeye vakti olmadığını iddia ederek birçok hobi ve kazanıma zaman ayırmayanlar… Bu insanlar size de tanıdık geliyorsa ileriye yönelik birçok işi aynı anda yürütme ve farklı odak noktalarında eş zamanlı üretken olma yetisine yakın olmadıklarını da görmüş olmalısınız. Bu durum iş hayatında ve özellikle girişimcilikte çok büyük bir eksik olarak karşımıza çıkmakta. Dolayısıyla okul devam ederken hobilerine zaman ayıran, bir spor veya müzik enstrümanı alışkanlığı olan, birden çok öğrenci kulübünde aktif olan ve aynı zamanda mesleki gelişimine zaman ayırabilen insanların ileride farklı odaklarda başarılı olabilecek dirayette olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.
Bu yüzden üniversite devam ederken bir yandan çalışıp bir yandan sosyal hayatına zaman ayırabilen insanların en büyük kazanımının üretkenlik alışkanlığı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sonuç olarak hayatımızın belki de en eğlenceli yılları olan üniversite döneminde yapacak onlarca keyifli faaliyet varken çalışmaya başlamak çok cazip gözükmese de bize katacaklarını düşündüğümüzde oldukça güzel bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle girişimcilik hedefi olanlar için bu dönemlerde tecrübe edinmek üzere denenen her iş, başarıya daha çabuk ulaşma ihtimalini artıran bir fırsat olarak görülebilir. İş-hayat dengesini kurup hayatı ıskalamamak sizin için paha biçilemez bir kazanım olacaktır.